"Batıda İcat Et Doğuda Üret" Trendine Türkiye Ne Diyor?

Özellikle son yirmi yıldır “batıda icat et, doğuda üret” anlayışı dünyaya hakim. Doğal olarak "icat edenin toplamdan aldığı payın üretene göre en az on misli fazla olduğu" sonucu karşımızda. Peki bu duruma Türkiye ne diyor?

Şimdi İsmet Özel neden büyük şair diye aklınıza takılacak olursa; ben varlığımı, Türkiye’de yükselmenin kurtulmaktan başka bir mânâ taşımadığı fikrinin canlı olduğu ortamda gösterdim. Benim ilk şiirim 1963 yılında yayınlandı ve 1963 yılında Türkiye’de -aklı neye ererse ersin aklı eren herkes Türkiye’nin dünyada en iyinin mümessili olmadıkça hiçbir işe
yaramayacağını düşünerek yaşadı.

En iyi = Türkiye!

1963 yılında insanların kafasında bu vardı: “Şu anda iyi değiliz, tamam; ama biz en iyisi olmadığımız takdirde çöpe atılmaya mahkûmuz” diyorlardı. Bu düşünce canlı olduğu için benim şiirlerim farkedilebildi.

Teknik bir mesele var. O teknik mesele şu: Hiçbir ülke karşılaştığı zorlukları aşmak için dünyada uygulanan usullerin fevkinde bir usul benimsemedikçe hiçbir zorluğu aşamaz. Teknik mesele bu. Hiçbir ülke karşılaştığı zorlukları aşabilmek, o zorluklarla başedebilmek için dünyada yürürlükte olan usullerden birini seçmek zorunda değildir. Bilakis, o usullerin üstüne çıkmış bir usul bulmak zorundadır.

Türkiye bu bakımdan dünyadaki en talihli ülkedir. Çünkü Türkiye dünyadaki en tarihli ülkedir. Tarihsizlik talihsizliktir. Türkiye’nin tarihi vardır. Tarih demek zaten Türkiye demektir. O yüzden zorluklar bahis konusuysa Türkiye bunları aşmada diğer bütün ülkeleri geride bırakır. Türkiye’de halli uzun zaman alacak hiçbir zorluk yoktur. Biz bir meseleyi çözmeye gayret ettik de başaramadık, diye bir şey yoktur. O yüzden Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiği günden bu güne kadar hiçbir millî hedefimiz yok. Eğer olmuş olsaydı onu çoktan geride bırakmış olacaktık. Başka hedefimiz olacaktı. Daha doğrusu millî hedefimizi ileri götürecektik.

Yani birilerinin akıllarını koydukları yerden alıp başlarına taşıyabiliriz. Tabi bunun için bizim aklımızın başımızda olması lâzım.

Hz. Ebubekir diyor ki Hz. Ömer’e: “Eğer gece ölecek olursam sabahı; gündüz ölecek olursam akşamı beklemeyesin. Hemen halifeliğini ilan et” diyor. O zaman da Türklükten sapış her an büyük bir tehlike olarak vardı. Bu hususta sanat yapmıyorum. Çünkü Asya içlerinde de Türk diye bilinen insanlar damarlarındaki asil kandan dolayı Türk değillerdi. Gösterdikleri şecaatten dolayı Türk idiler. Türk / Tat ayrımı budur. Tater oldu bazıları. Bazıları Türklüğünü devam ettirdi. Ve İslâmiyet o bozkır ahalisine bir kavmî vasıf ilâve etti. Onun için bazıları Kırgız, bazıları Özbek, bazıları Azeri oldular. En çok Türk’e benzeyenlere de Türkmen denildi. Yani Türk-manent; Türk’e benzer. En fazla Türk’e benzeyen onlardı.

Dünya piyasalarının özellikle son yirmi yılda ki durumu, “batıda icat et, doğuda üret” anlayışına dayanmaktadır. Bu durumun doğal sonucu ise “icat” edenin toplamdan aldığı payın “üreten”e göre en az on misli fazla olduğu gerçeğidir. Örnek vermek gerekirse; iki yüz gramlık bir cep telefonunun kilogram fiyatı hesaplandığında ciddi bir değeri ifade etmektedir. Bu mesela bir tekstil makinesi için de geçerlidir: iki ile dört ton arası değişen ağırlıklarıyla bir tekstil makinesi maden değeri üzerinden hesaplandığında satış fiyatına göre neredeyse bedava sayılabilecek olmakla birlikte makineye dönüştüğünden milyon Euro’lardan satılmaktadır. Makinenin bu dönüşüm sürecini Ar-Ge olarak adlandırıyoruz. Yeni ürün geliştirmeye nerdeyse bütün sermayesini harcayan ülkeler üretimi de bizim gibi işin sadece “işçilik” tarafını tamamlayan ülkelere pas etmişlerdir.

Ar-Ge yapan ülkelerin gelişme hızıyla bizim gibi “fason üretim” yapan ülkelerin gelişme hızı arasında ciddi bir makas vardır. Makasın bu gidişle aleyhimize daha fazla açılacağını söylemek de bir kehanet olmayacaktır.

Dünyada bilgi çağına girilmesi ve teknolojide yaşanan hızlı gelişmelere dayalı olarak birtakım dönüşümler yaşanmaktadır. Bunlar;

  • Ülkelerin üretim kapasitelerinin genişlemesi,
  • Bilişim, iletişim ve ulaşım alanlarının ön plana çıkması,
  • Bireylerin ihtiyaç ve beklentilerinin farklılaşması,
  • Teknolojik yenilikleri takip edebilme ve yenileştirme gerekliliğinin artması,
  • Yeni teknolojiye dayalı ürün üretebilmenin rekabet avantajı sağladığı gerçeğidir.

Ar-Ge harcamaları, bir ülkenin veya firmanın teknoloji yeteneğini tanımlamakta yaygın olarak kullanılan değişkenlerden biridir. Ar-Ge’nin başlıca görevi teknolojik gelişmeleri kullanarak şirketin kâr edebilirliğini devamlı olarak yenilemek ve artırmaktır. Ar‐Ge harcamaları çok sayıda yenilik yaratır. Bu da ekonomik büyümeyi teşvik eder.

Ar-Ge Harcamalarının GSYİH’ YA Oranı; Bu gösterge, bilim ve teknolojide rekabet yönünden üstünlüğü ifade eden, o ülkenin bu alanda yapılacak çalışmalara ne derecede önem verdiğini genel olarak gösteren önemli bir veridir.

Aşağıdaki tablodan Türkiye’nin, son yıllarda önemli ilerleme kaydetmekle beraber, gelişmiş ülkelerle arasındaki büyük farkın oldukça açık olduğu görülmektedir.

 

Ar-Ge Harcamalarının Ülkelere göre GSYİH İçindeki Payı
 Yıl ABD Türkiye Güney Kore Japonya AB  (27 ülke)
2014 2,82 0,92 4,36 3.34 2,06
*Kaynak: EUROSTAT, 2014; ABD-Japonya verileri OECD, 2014.

Ülkemizde Gerçekleştiren Sektörler Bazında Ar-Ge Harcamaları Oranı

  • Özel sektör %47
  • Kamu % 9,7
  • Üniversiteler % 40’dır.

Kamunun Ar-Ge desteklerine verdiği katkının kademeli olarak arttırılması, sürecin gelişmesi açısından belirleyici bir karakter arz etmektedir.

Yine Ar-Ge’ci sayımız dünya ortalamasının çok altında seyretmektedir. Nüfusa oranla bizdeki Ar-Ge’ci sayısı on binde kırk kişidir. Gelişmiş ülkelerde ise oran on binde iki yüzdür. Bizdeki sayının artması için üniversite öğrencilerine Ar-Ge’ci olmak özendirilmeli ve iş dünyasında da Ar-Ge personeline ayrımcılık yapılmalıdır. Çünkü firmaların ve ülkemizin geleceği bu meslek grubunun başarısına sıkı sıkı bağlıdır.

Sonuç olarak, ekonomik büyümenin uzun dönemli olacak şekilde sürdürülebilir kılınması, ekonomik gelişmişliğin sağlanması için önemli bir adımdır. Bu adım, sadece gelişmekte olan ülkeler için değil, her gelişmişlik seviyesindeki ülke için önemli bir durum arz etmektedir.

Bu bağlamda, ekonomide yenilik yaratma amacıyla gerçekleştirilen araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin, ekonomik büyümenin sürdürülebilir kılınması başta olmak üzere birçok sosyo-ekonomik gelişme unsuru üzerinde etkili olduğu ve aynı zamanda pozitif dışsallıklara konu olarak ekonomiye dinamizm kazandırdığı görülmektedir.

Bütün araştırmalar ekonomik gelişmişliğin artırılmasında Ar-Ge harcamalarının rolünü açık bir şekilde ortaya koyarken hem kamu ve hem de özel sektör olarak yenilik üretimine ağırlık vermeyi olan gücümüzle arttırmak durumundayız.

Dolayısıyla Ar-Ge’ye verilen yüksek derecede önem ekonomik gelişmişliğe giden yolun anahtarı niteliğindedir.

Ekonomik gelişmişlik seviyesinin yükseltilmesi için inovasyon yatırımlarının artırılması ülkemizin temel politikası olması gerekmektedir.

Makalemizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Yazar Salih Keskin Hakkında

Salih Keskin, kreatif düşünce modellerinin üretimi ve inovasyon üzerine iş dünyasında, üniversitelerde ve sivil toplum örgütlerinde eğitimler vermekte, danışmanlık ve araştırmalar yapmaktadır. Halen İstanbul Kültür Üniversitesinde Öğretim Üyeliğine devam etmekte olan yazar aynı zamanda inovasyon konusunda kitaplar ve makaleler yazıyor. Yazar kaleme aldığı inovasyon odaklı yazılarıyla artık Girişim Haber okurlarının da ekranında.

Yorum Ekle

Ad Soyad *
E-mail * (Gravatar resminiz görünecek)
Web
KalınYatayAltı ÇiziliAlıntı
  •   Yorum  
  •   Önizle  
Yükleniyor