Kalkınma Bakanlığı ile TÜBİTAK, Türkiye’nin 2023 vizyonu doğrultusunda, emek yoğun ürünlerin üretiminden bilgi yoğun ürünlerin üretimine geçilmesi adına önemli bir adım atacak. Bu adım çerçevesinde araştırma merkezlerinin verimliliğini artırmak için bu kurumlarda model değişikliğine gidilecek.
Yeni modelde; araştırma merkezlerinin hazırladıkları projeler üzerinden özel sektör ile ortak şirket kurması mümkün olacak. Patentin araştırma merkezleri, sermayenin ise özel sektör tarafından karşılanacağı “kamu-özel sektör” ortaklığı şirketler kurulabilecek. Detaylar haberimizde..
Kalkınma Bakanlığı ile TÜBİTAK, Türkiye’nin 2023 vizyonu doğrultusunda, emek yoğun ürünlerin üretiminden bilgi yoğun ürünlerin üretimine geçilmesi adına önemli bir adım atacak. Bu adım çerçevesinde araştırma merkezlerinin verimliliğini artırmak için bu kurumlarda model değişikliğine gidiliyor.
Yeni modelde; araştırma merkezlerinin hazırladıkları projeler üzerinden özel sektör ile ortak şirket kurması mümkün olacak. Patentin araştırma merkezleri, sermayenin ise özel sektör tarafından karşılanacağı “kamu-özel sektör” ortaklığı şirketler kurulabilecek.
Geçen haftalarda Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) arasında “Yükseköğretim Kurumları Araştırma Merkezleri’nin İzlenmesi ve Yeterlik Değerlendirmesi Hakkında İşbirliği Protokolü” imzalanmıştı. Kalkınma Bakanlığı yetkililerinden edinilen bilgiye göre, bu protokol doğrultusunda çıkması planlanan yasa ile patentin araştırma merkezleri, sermayenin ise özel sektör tarafından karşılanacağı kamu-özel sektör ortaklığında şirketler kurulabilecek. Yani sanayiciler araştırma merkezleri tarafından geliştirilen ve patenti alınmış ticari ürünlerin piyasaya sürülmeleri noktasında sermaye koyacak.
Merkezler Detaylı İncelemeye Alınacak
Araştırma merkezlerinden daha fazla verim alınması amacıyla hayata geçirilecek bu uygulama için ilk olarak bu merkezler TÜBİTAK ve Kalkınma Bakanlığı yetkililerinden oluşan ekiplerce detaylı bir incelemeye alınacak. Söz konusu merkezlerin özel sektörle yeterince temas halinde olup olmadığı, işletme masraflarını karşılayıp karşılayamadığı, mali yönden kendini idame ettirip ettiremediği, profesyonel bir yönetime sahip olup olmadığı tespit edilecek. Araştırma merkezleri bu inceleme sonucunda sınıflandırılacak. Yetkinlikleri ölçülen araştırma merkezlerinde hem sanayi için inovasyon üreten hem de devletin hedefleri doğrultusunda Ar-Ge geliştiren bir yapı oluşturulacak.
Perfonmansa Göre Hibe
Hibeler, merkezlere performanslarına göre TÜBİTAK üzerinden verilecek. TÜBİTAK, araştırma merkezlerine finansman sağlarken “özel sektörle nasıl bir işbirliği yapacağını, hangi firma ile çalışacağını, gelir sürdürülebilirliğini nasıl sağlayacağını” da bildirmesini isteyecek. Alınan bu taahhütler ile araştırma merkezleri ve sanayici ortaklığında geliştirilen projeler, öğretim görevlileri ve özel sektörden oluşan bir dış değerlendirici kurula yollanacak. Araştırma merkezlerine gösterdikleri performansa göre kaynak aktarılacak.
Personel Alımlarında Esneklik Sağlanacak
Araştırma merkezlerinin yönetimi noktasında da değişikliğe gidilecek. Yeni modelde, araştırma merkezlerinin yönetiminde özel sektörden bir temsilci de bulunacak. Profesyonel müdürler tarafından yönetilecek bu merkezlerin bir de üst yönetimi olacak. Yeni modelde araştırma merkezlerinin personel alımlarının da daha esnek hale getirilmesi planlanıyor. Buna göre araştırma merkezleri sözleşmeli araştırmacı çalıştırabilecek.
8 Yılda Ar-Ge Projelerine 3 Milyar Liralık Yatırım Yapıldı
Türkiye’nin Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi için ayırdığı kaynak her yıl artıyor. Son 8 yılda araştırma altyapı projelerine 2012 fiyatlarıyla yaklaşık 3 milyar liralık yatırım yapıldı. Türkiye’nin 2002 yılında 29 bin olan Ar-Ge personeli sayısı da 2010 yılında 82 bine yükseldi. 2023 yılında ise bu sayının 300 bin olması hedefleniyor.
Yazar Analizi: "Dünyanın en gelişmiş ekonomileri arasındaki yerimizi almak ve ülkemizin refah düzeyini artırmak istiyorsak; ürün üretimlerinin işçiliğini değil mühendisliğini ve pazarlamasını yapıp kendi global markalarımızı oluşturmamız gerekiyor. Bu gereklilik zaten pek çok kez tanımı yapılmış bir gereklilik olsa da, ben kendi görgü ve tecrübelerimle harmanlayıp Girişim Haber okurlarına yeniden hatırlatmak istiyorum.
Yaptığımız üretimlerin işçiliğini değil mühendisliğini ve pazarlamasını yapıp kendi global markalarımızı oluşturmamız, ara üretimden, montajdan çıkıp esas üretim tarafına dönmemiz ve son kullanıcıya, müşteriye ulaşan markalar olmamız, dahası ilerleyen dönemlerde dünyada lokomotif olacak sektörlerde bunu yapmamız gerekiyor.
2011-2014 yıları arasında faaliyet gösterdiğim (aynı zamanda aile mesleği) iş olan triko/tekstil sektöründen bir örnek verecek olursam; fason triko örgüsü yaparken kullandığımız makineler Almanya ve Japonya'da (yeni yeni Çin'de) üretiliyor. Bunlar işçiliği giderek azaltan, teknoloji donanımlı, moda trendlerine kadar etki edebilecek yetenekte ve pahalı makineler. Ülkemiz tekstilcileri kullandıkları makine teknolojisinin sermaye anlamında neredeyse %90'ını dışardan ithal ediyor ve şirketlerin sermayelerinin ciddi kısmı bu makine parkurlarından oluşuyor. Biz ülke olarak bu makineleri sadece çalıştırarak yani işçiliğini yaparak para kazanıyoruz tekstil sektöründe. Bitti mi? Hayır. Ciddi sermaye ile ithal makinelerden kurduğumuz parkurlardan ürettiğimiz triko/tekstil ürünlerinin büyük bölümünü yabancı global markalar için üretiyoruz. Etiketi onlar vurup kârın aslan payını onlar alıyorlar.
Özetleyecek olursam; büyük rakamlara aldığımız son sistem ithal makinelerle, yüksek fiyatlara tüm dünyanın giyindiği (ülke olarak bizimde giyindiğimiz) markaların üretim işçiliğini yapıyoruz. Daha iyi anlaşılması için şöyle düşünebilirsiniz; global çapta kazanılan 100 liralık bir meblağdan 40 liralık payı kullandığımız makineleri üreten global teknoloji üreticileri, diğer 40 liralık payı üretimi yaptıran global markalar alırken ara işçilik sürecinde bize 20 liralık bir meblağ düşüyor. Benim triko piyasasından gördüğüm bu. Tekstilin diğer dallarını ve ülkemizdeki diğer sektörleri incelerseniz çok azı hariç üç aşağı beş yukarı aynı görüntüyle karşılaşacaksınız. Ülkemizdeki global fuarlara katılırsanız bu durumu çok net bir şekilde göreceğinizin garantisini verebilirim malesef.
İlk paragrafımdaki gerekliliğe yeniden dönecek olursam; global pazarda büyük oyuncular olmak ve kazanılan kârların aslan paylarını kapmak istiyorsak emek yoğun değil, bilgi/teknoloji yoğun sektörlere yatırım yapmalıyız. Üretimlerimizde kullanacağımız (makine/bilgisayar/yazılım) teknolojilerin (patentli) üreticisi olmaya başlayıp, diğer ülkelere de satar hale gelmeliyiz ki; o 40 liradan bizde pay alalım. Yine ürettiğimiz ürünleri son kullanıcılara, müşterilere sunan (patentli) markalar olmalıyız ki; o diğer 40 liradan da payımızı alabilelim.
Son yıllarda hem özel sektör hem devlet tarafındaki, hemde stk yapılanmalarındaki olumlu uyanış çok güzel gelişmelerin olacağına işaret. Yeter ki; dünyadaki gidişatı okuyabilelim, gerekli adımları atabilelim, yaptığımız iş, mevki ve konumumuz ne olursa olsun üzerimize düşeni yapabilelim."
Farkındalık uyandıracağını düşündüğümüz bu haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyorum.
İdris Cin / Girişim Haber