“Bugün, “Hayat mücadelesi” sözcüklerin ağızlarına alanlar bunun ne demek olduğunu, benim “hayata atıldığım” yıllardaki anlamıyla bilebilselerdi… Evet hayat o yıllarda gerçek bir mücadeleydi." diyor Vitali Hakko.
İşte Vakko'nun başarı hikayesinin altıncı bölümü haberimizde..
“Bugün, “Hayat mücadelesi” sözcüklerin ağızlarına alanlar bunun ne demek olduğunu, benim “hayata atıldığım” yıllardaki anlamıyla bilebilselerdi… Evet hayat o yıllarda gerçek bir mücadeleydi." diyor Vitali Hakko. İşte Vakko'nun başarı hikayesinin altıncı bölümü haberimizde..
"Sezgilerinize Kulak Verin!”
Önce isteyin, arzu edin. İsteklerinizden asla geri dönmeyin. Bir şey olmuyorsa ona bağlık başka bir şeye geçin. Ama hiçbir zaman bitirmeyin, devam edin. Amaç ve hedeflerinize inanın. Karşınıza türlü zorluklar çıkabilir, çıkmalı da; ama başarının bu zorlukların hemen ilerisinde olduğunu unutmayın. Ayağınıza belki hep fırsatlar geliyordur, farkında olun.
Savaş vardı, yokluk vardı, şapka işi bitmişti, ama ben yılmadım, durmadım, oturup derdime yanmadım. Yarınımın ne olacağı meçhuldü. Ben bunu kafaya takmadım, yapmam gerekeni yaptım.
Zorluklarla karşılaştım, engellerle karşılaştım. Ama tüm bunlara rağmen, daha doğrusu, “özellikle” bunlara rağmen, dayanmam, hayal gücümü kullanmam, durmamam, yürümem, hatta koşmam gerekiyordu. Ben de öyle yaptım.
Şen Şapka’yı unutup, Vitali’nin V’sini, Albert’in A’sını alıp VA yaptım. Albert kadeşimin ismiydi. Bunu soyadımızla birleştirip VAKKO yaptım. Artık bir markamız vardı. eşarp üretecektim. Ben Şen Şapka’yı kurduğumda herkes bana gülmüştü. Çünkü ilk defa bir şapkanın şen’i nasıl oluyor demişler ve kadın şapkası gibi, o güne değin gözlerinin alışık olmadığı bir aksesuar söz konusuydu. Ama Anadolu ve kasabalarında yığınla satmıştım. Eşarp da insanlara tuhaf gelmişti. Ama ben ürettim. Bugün VAKKO, bu eşarpların ürünüdür.
Bu güne kadar, tüm önemli kararlarımı alırken, kendi sezgilerime kulak vermişimdir, ama aynı zamanda halkımızın beğenilerini, beklentilerini de takip etmişimdir. En iyi sonucu, bunu birleştirdiğinizde alırsınız. Eşarbın, şapkanın yerini alacağını sezmiştim. İnsanların alaylarına aldırış etmedim. Çünkü ben takip ediyordum, görüyordum. Siz de takip edin, görün.
Bir Vakko Öyküsü İşte Böyle Başladı
Vakko’nun doğuş öyküsü tıpkı bir aşk romanı gibi. Sanki birazcık hüzün var bu öyküde. Ama nasıl bir hüzün? Tuhaf bir macera. Bir azmin zaferi. Bay Vitali’den dinleyelim:
“Çok iyi hatırlarım, Champs Elysee’deki Lido pasajında çok orijinal eşarplar satan bir mağaza vardı. burada satılan eşarplardan bazılarının üzerinde Paris manzaraları yer alır, ama hiç biri diğerine benzemezdi. Kalıp işi değildi. Ama kalem iş de değildi. Kendine özgü bir tekniği vardı. Bu eşarplardan birkaç tane alıp getirmiştim. Ama buradaki desinatör arkadaşlarımız bu tekniğin sırrını çözememişlerdi. Bir gün gene, o mağazaya eşarp almaya giderken kapının önüne bıraktığı mobiletten inen bohem görünüşlü bir adamın, elinde paketlerle içeri girdiğini gördüm. Ben de onun peşi sıra mağazaya girdim. İlgilenmez gibi davranarak eşarpları seçmeye başladım. Ama yan gözle de adama bakıyordum. Mağazanın müdürü paketleri açtı, bunlar benim hayran olduğum eşarplardı. Adam parasını ödedi, el sıkışıp ayrıldılar.
Aradığım sanatçıyı bir rastlantı sonucu bulmuştum. Sırrını çözemediğimiz eşarpların yaratıcısı demek bu adamdı. Seçtiğim eşarpları orada bırakıp, hemen adamın ardından seğittim. Mobiletini çalıştırmak üzereyken yakaladım.
“O güzel eşarpları yapan demek sizsiniz” dedim. Adam, sen de nereden çıktın gibilerden baktı. Kendimi tanıttım ve eşarplarını desenlerine büyük ilgi duyduğumu söyledim. “Size sipariş vermek istiyorum” dedim.
Adam, sözü fazla uzatmadı. Başıyla mobiletin arkasını işaretleyip, “Atla” dedi. Mobiletin arkasına oturdum, düşmeyeyim diye de adamın beline sarıldım. Böylece, hayatımın ilk ve son mobilet yolculuğuna Paris’te yaptım. Champs Elysee bulvarından Concord meydanını doğru indik. Oradan sağa yönelip Saint Germaine sokağının ortalarında bir yerde durduk.
Adam, “beni izleyen” dedi. İzledim… ve karanlık, iki odalı bir dairenin içinde buldum kendimi. Tam bir Paris bohemi. Odanın içi Gauloise tütünü ve şarap kokuyordu. Bir masada, ince, uzun bir kadın, bir elinde cigarası, öbür elinde fırçası, çalışıyordu. Beni buraya getiren kocası ya da sevgilisi, kadına durumu anlattı.
Eşarpların gerçek yaratıcısı bu kadındı. Çok çabuk anlaştık, el sıkıştık. Bir ay sonra kadın İstanbul’a geldi. Gezdi, gördü ve bir dizi orijinal İstanbul eşarbı yaratıp Paris’teki hayatına döndü. Uzun yıllar, bu kadın fırçasından çıkan “Kızkulesi”, “Boğaziçi”, “Adalar” eşarpları hanımlarımızın başında, boynunda yer aldı.
Şapkadan sonra eşarp… Doğru bir yoldaydık. Şapkadan sonra eşarp işi de tutmuştu. Bundan böyle bu yolda ilerleyecek ve işimizi genişletecektik. Ama bu yolun çok uzun ve meşakkatli olduğun çok geçmeden anlayacaktım.
Biz savaşa girmemiş olduğumuz halde, halkımız savaşın yoklukların, yoksulluklarını yaşamıştı. Artık geçmişi değil, geleceği düşünmenin zamanıydı. Bir durum değerlendirmesi yaptık.”
Vitali Hakko “Mutluluğun Adını" Anlatıyor
“Eşim Ketty bana iki çocuk verdi: Sime ve Cem ilk çocuğumun kız oluşuna niçin yalan söyleyeyim, üzülmüştüm.ama yaşlı ve bilge dostum, rahmetli Fahri Birol bana şöyle dedi: “Vitali, bir baba çocuğu kız oldu diye üzülmez, çocuğun kızsa iki defa sevinmelisin, çünkü aileye mutluluğu kadın taşır.”
Sima’dan 5 yıl sonra 1955’de Cem doğdu. Sima, Lodrig’lere gelin gitti. Damadım Erol Lodrig kendi işinin başındaydı. Çok şükür kazancı yerindeydi. Dolayısıyla Hakko ailesine katıldı, ama Vakko ailesin katılmadı.
Sima birbirinden akıllı iki oğlan torun verdi bana: İzer ve Vedat
Sima iki çocuğunu yetiştirdikten sonra Vakko’yla ilgilenmeye başladı. Şimdilerde Vakko’nun dekorasyon ve hediyelik bölümünde aktif olarak çalışıyor.
Oğlum Cem ise 12 yıldan beri işin başında. Tanrıya şükür çocuklardan yana hep talihim oldu. cem ve sevgili gelinim Bettina birbirinden güzel iki kız çocuğu sahibi. Büyüğü Katia. İlk Vakko parfümü onun adını taşıyor. Küçüğün adı ise Pia. Türkiye’deki ilk çocuk parfümü olan Piu Piu’da onun adından esinlendik.
Genç yaşında beş torun sahibi olmak eşim Ketty’i mutluluğa boğdu. Zaten çocuk seven Ketty torunlarımızla öylesine haşır neşir oldu ki, onlar anlattığı masallardan bir kaçının bir kitapta topladı.
Kurumlaşmanın Önemi
Vakko kurumlaşma aşamasın henüz tamamlamadı. Bu, belki aile şirket olmanın dışına çıkmakla, halka açılmakla gerçekleşebilir.
Halka açılsa da açılmasa da, dünyada örnekleri görüldüğü gibi, ailenin beraberliğinin devamı yönünden, firma, marka ve yan markalar için son sözün, aileden birinde kalması koşuluyla kurumlaşmalı diyorum. Tabii uzman kişi ve kuruluşların deneyimlerinden yararlanarak.”
“Kendimi Hep Satıcı Olarak Gördüm”
Vitali Hakko, mağazacılık ve satış sanatı’nı çok yönlü kavramış iş adamlarımızdan birisi.
“Tek başına yaratıcılık benim işim değil. Belki bu nedenle ben ortaya koyduğumu bir başkasıyla paylaşmak isterim.” Diyen Hakko, hedef kitleye ulaşmanın sırlarını anlatırken, Türkiye’ye çağdaş mağazacığı getirdiğini söylemeyi de ihmal etmiyor.
“Bir giysi moda çizgisinde yaratmak bir şeydir, onu üretmek başka bir şeydir. Pazarlık ise bambaşka bir şey. Yaratıcılığı bir kenara koyalım. Onu, hangi alanda olursa olunsun açıklamak her zaman zordur. Biz, uzun yıllar, gerek kadın gerek erkek giyiminde Avrupa’nın önde gelen kuruluşlarıyla ilişki içindeydik. Günün modasını, Paris’le, Roma’yla aynı anda sunuyorduk. Ama, bizim durumumuz Paris, Roma ya da Lonrda’daki bir moda kuruluşundan farklıydı. Onların, yalnız kendi ülkelerinde değil, yer yüzünün dört bir yanında satış noktaları vardı. bu satış noktaları, onların ürettikleri malı alıp satan kuruluşlara aitti. Birincisi, bizde ülke çapında böylesi bir olanak söz konusu değildi. İkincisi, kendi satış noktalarımız için satış elemanı yokluğu çekiyorduk. Bizler, hem üretecek, hem pazarlayacak, hem satıcımızı, hem de alıcımızı eğitecekti. Güzel bir mal üretin, bunu sunacak vitrininiz yoksa, bir dükkanınız, o dükkanda eğitilmiş bir elemanınız yoksa üretiminiz hiçbir zaman hedef kitleye ulaşamaz.
Kendisini hep bir satıcı olarak gördüğünü söyleyen Vitali Hakko, iş hayatında belli ilke ve prensipler koyarken, karşısındaki ister personel olsun, ister müşteri, kimseyi incitmemeyi ve kimseyi kırmamayı da bu ilke ve prensipler içerisinde değerlendirmiş: “Ben kendimi hep bir satıcı olarak gördüm. Evet yaratmayı çok severim. Bu, bana tarifsiz bir coşku verir. Ama tek başına yaratıcılık benim işim değil. Belki bu nedenle ben ortaya koyduğumu bir başkasıyla paylaşmak isterim. Açıkçası ürünümü beğendirerek satmak isterim. Ne var ki, ben, kardeşim Albert’in aksine toptancılıkta bu heyecanı duymam. Bu nedenle olsa gerek, daha işin başında Vakko’nut toptan bölümüyle hep Albert ilgilenmiştir. Evet, satışı böyle önemser ve severim, ama hayatım boyunca müşterimin ayağına gitmedim. Buna karşılık, müşterinin bana gelmesi için elimden gelen her şeyi yaptım. Özellikle bizim işe başladığımız dönemde, bu alanda yapılacak o kadar çok şey vardı ki!... Satıcılığı bir meslek olarak kabul etmek ve ettirmek gerekiyordu her şeyden önce. Ülkemizde okulu da olmadığı için satış elemanlarının eğitmek gerekiyordu. Başlangıçta almış olduğumuz bir ilke kararını bugüne kadar sürdüre geldik. Bu karar şuydu:
Daha önce bir başka yerde çalışan bir elemana Vakko’da iş vermemek. Yeni bir eleman alıp yetiştirmek bizim için daha kolaydı. Çünkü onu alışkanlıklarından kurtarmak, bizim ilkelerimize uymayan bilgilerini unutturmak, hiçbir şey bilmeyen birine bir şeyler öğretmekten, daha zordu. Bunun için kurslar açıp, Amerika’dan eğitim programları, yabancı uzmanlar getirttik. Mağazacılığa başladığımızda pazarlık büyük bir dertti. Üç metre emprime için çoğu defa saatler süren pazarlık yapılırdı. Ne büyük bir zaman kaybı! Beyoğlu mağazamızı açtığımızda, girişte en görülen yer bir tabela astırdım: Bu MÜESSESEDE PAZARLIKLA SATIŞ YAPILMAZ.
Hiç kimse bunu başarabileceğimize inanmadı. Müşteriler de. Pazarlığı deniyor, ama nazik bir biçimde uyarılıyorlardı. Daha önce belirttiğim gibi, kendimizi eğittiğimiz gibi, belli etmemeye ve incitmemeye çalışarak müşterimizi de eğitmemiz gerekiyordu.
Acılar İçinde Başaranlar 2/ Akis Kitap kaynaklı alıntı röportajımızın 6. bölümünü tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.
Röportajın önceki yazıları;
Röportajın sonraki yazıları;