İstanbul'un Unutulan Meslekleri İstanbul'un 100 Esnafı Kitabında!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş, İstanbul’un Yüzleri Projesi kapsamında şehrin önemli bir parçasını oluşturan esnaflara ışık tutmak için İstanbul’un 100 Esnafı kitabını yayımladı. Detaylar haberimizde..

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş, İstanbul’un Yüzleri Projesi kapsamında şehrin önemli bir parçasını oluşturan esnaflara ışık tutmak için İstanbul’un 100 Esnafı kitabını yayımladı.

Araştırmacı- yazar Uğur Aktaş tarafından yayıma hazırlana kitap, bilinen ve bugün de varlığını sürdüren esnafların yanında, günümüzde sayısı çok azalan ya da hiç rastlanmayan esnafları ve seyyar satıcıları içeriyor.

Nostalji Haline Gelen Meslek Kolları

Arayıcılar, lodosçular, destancılar, dönme dolapçılar ve macuncular gibi bu gün nostalji haline gelen meslek kollarını ele alan kitap, yalnız genel bir İstanbul esnafı portresi değil, bir zamanların İstanbul’unun resmini çizmeyi amaçlıyor. Bu resimde mahalle mahalle dolaşan seyyar dönme dolaplar, olayları şiire döküp bastırıp sokak sokak dolaşan destancılar, gece yarısına doğru sesleri içe dokunan bozacılar bulunuyor.

Eyüp’te Çömlekçilik, Yedikule’de Kasaplık

Kitapta yer alan bilgilere göre Osmanlı döneminde İstanbul esnafı, Bizans dönemindekine benzer bir şekilde Beyazıt, Süleymaniye, Eminönü, Mahmutpaşa ve Tahtakale civarında yoğunlaştı. Merkez Kapalıçarşı’ydı. Bu nedenle Kapalıçarşı’daki 60 sokak isminden 35’i çeşitli esnaf isimlerini taşımaktadır. Fetihten sonra sur dışında kalan Beyoğlu, Eyüp ve Üsküdar’da da esnaf toplulukları görülmeye başlandı. Eyüp’te çömlekçilik ve oyuncakçılık, Yedikule ve Kazlıçeşme civarında kasaplık ve dericilik gelişti.

Dükkân Sahibi Olamayan Bizanslılar

Bizans döneminde esnaflık yapanlar nadir olarak işlerini sürdürdükleri dükkânın sahibi olabiliyorlardı, genelde kiracıydılar. Bu dükkânların çoğu kiliselere ait vakıflardı. Yoksul halkın cenaze masraflarının karşılanması için sadece Ayasofya’ya ait 1500 dükkân vardı.

Taavun Sandığı Dayanışma Fonu

Osmanlı döneminde, eğer ordu mensubu değilse aşağı yukarı herkes bir esnaf loncasına kayıtlıydı. Bu loncaların ticaret hayatında da toplumda da önemli bir yeri vardı. Bir esnaf bir loncaya çırak olarak kaydedildikten sonra belli bir grubun üyesi sayılır ve lonca tarafından her türlü ihtiyacı gözetilirdi. Her loncanın bugün “dayanışma fonu” diye adlandırılabilecek “taavun sandığı” vardı. Burada üyelerden her ay alınarak biriktirilen para genelde yardımlaşma için kullanılırdı. İşleri bozulup sıkıntıya düşen üye buradan yardım alır; yoksul bir üye öldüğünde cenaze giderleri, yoksul bekâr üyelerin düğün masrafları bu fondan karşılanırdı.

Ağızlıkçılar

Sigara kâğıdının çıkmasıyla beraber bir el sanatı olarak beliren ağızlıkçılık, Sultan Abdülaziz döneminde yaygınlık kazandı. İstanbul halkı bu tarihlerden önce tütünü daha çok çubukla çyordu. Ağızlığın kullanılmaya başlamasıyla beraber lülecilik ve çubukçuluk gerileyince çubuk ve lüle ustaları ağızlık yapımına yöneldi. Çubuğa nazaran taşınması daha kolay olan ağızlık kısa sürede yaygınlık kazandı. İstanbul ağırlıkçıları ise bugünkü Sahaflar Çarşısı’nın bulunduğu yerde yoğunlaştı. Günümüzde Uzunçarsı Caddesi’nde birkaç dükkân hâlâ ağızlıkçılıkla uğraşmakta, Uzunçarsı Caddesi’ne bağlanan bir sokak Ağızlıkçılar Sokağı adını taşımaktadır.

“Sigaralık” veya “takım” adlarıyla da anılan ağızlık, genellikle kuka, pelesenk, gül, kiraz, yasemin gibi dokulu ağaçlardan; lüle, oltu, kehribar, akik gibi taşlardan yapılır. Ayrıca zengin ve meraklı tiryakiler için kuyumcu ve gümüşçülerin yaptığı, değerli taslarla süslü altın ve gümüş ağızlıklar da antikacılar arasında sürekli el değiştiren antika eşyalardandır.

Arabacılar

Arabaların şehir içinde kullanılması Tanzimat’tan itibaren yaygınlaşmaya başladı ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra iyice arttı. Sultan Abdülmecid devrinde ise araba merakı adeta bir salgına dönüştü.

Özellikle saray kadınlarının süslü saray arabalarıyla gezme hevesi o derece arttı ki, Sultan Abdülmecid saray kadınlarının arabaya binmemeleri için saray arabalarını zincirlerle birbirine bağlattı.

Arayıcı Esnafı

Çöplük subaşısının yöneticiliği altında ayrı bir gedik oluşturan arayıcı esnafı, İstanbul sokaklarında gezerek çöpler ve molozları toplar, bunların içinden bakır, çivi, tel, kösele, kumaş ve bunun gibi para edebilecek her şeyi ayırarak biriktirelerdi.

Arayıcı esnafının yaptığı en kârlı işlerin basında yangın yerlerinde yaptıkları çalışmalar geliyordu. Yangından bir süre sonra yangın yerini temizleme ve molozları kaldırma isi arayıcılara veriliyor, onlar da küllerin, yıkıntıların arasında değerli bir şey bulma umuduyla enkazı kaldırıyorlardı.

Evliya Çelebi, 17. yüzyıl ortalarında İstanbul’daki arayıcı esnafının 500 kişi kadar olduğunu, 1638 tarihinde subaşısına 60 bin akçelik bir ücret ödediğini kaydeder. Yine Evliya Çelebi’den aldığımız bilgeye göre, arayıcı esnafının giysisi battal kasık çizmesi, siyah ve kırmızı meşinden kaftan, hamideli külahı veya kulakları da örten takkeydi.

Arzuhalciler

Padişaha veya sadrazama arzuhal vermek isteyenler dinleyip, konuyu yazım kurallarına ve belli kalıplara göre yazanlara arzuhalci denirdi. Arzuhalcilerin hangi arzuhalin hangi birimde işlem göreceğini bilmeleri şarttı. Ayrıca arzuhalleri belli kalıplarla, deyim ve cümlelerle yazabilmeleri, Arapça ve Farsça tamlamalar kullanabilmeleri, pek çok deyim, terim ve kalıp cümleyi ezberden bilmeleri gerekiyordu. Bahsedilen bu özellikleri genelde kalemden emekli kâtipler taşıdığı için, arzuhalcilik bu kâtiplerin tekelindeydi.

Ayı Oynatıcıları

Ayıcılar ayıları yavruyken alırlar, ön ayaklarını kızgın bir saca koyup tef çalarak hayvanı bu sese şartlandırırlardı. Ayının üzerindeki hâkimiyeti de burunlarına geçirdikleri bir halkayla sağlarlar, kızgınlık halinde hayvanın pençesinden zarar görmemek için de pençe tırnaklarını keserlerdi.

Dalkavuklar

Zengin konaklarında ev halkıyla misafirlerini eğlendiren Hoşça vakit geçirmelerini sağlayan ve esnaf topluluğu olan dalkavuklar, isimlerini başlarına giydikleri “sarıksız kavuk” anlamına gelen “dal kavuk”tan almışlardı. Dalkavukların da diğer tüm esnaf locaları gibi lonca örgütleri, kâhyaları, nizamnameleri vardı ve gittikleri yerde yapılacak şakalar ve ücretleri dalkavukluk narhıyla belirlenmişti.

Esirciler

İstanbul’da esir ticaretinin merkezi, Bizans döneminden beri Eski Bedesten ile Yeni Bedesten’di. Eski Bedesten’de cariyeler, Yeni Bedesten’de erkek köleler satılırdı. Köleler genellikle açık artırma yöntemiyle satılır, alışverişin pazarlık yöntemiyle yapıldığı da olurdu. Sergilenen esirlerin fiyatı yeteneklerine, özelliklerine göre değişirdi. Esirlerde ilk aranan özellik gençlik ve güzellikti. Kadın esirin saz çalması, ev islerine yatkın olması, dil bilmesi fiyatını artırıyordu. Erkek esirlerde aranan özellikler ise demircilik, denizcilik, saraçlık, hayvan bakıcılığı gibi islerden anlamasıydı.

Falcılar

Eski İstanbul’da hayatlarını genelde kafes arkasında geçiren kadınların en büyük Eğlencelerinden biri kahve falıydı. Aşağı yukarı her mahallede iyi kahve falı bakan birileri bulunur, toplanıp bir araya gelen kadınlar sırayla kahve falı baktırırlardı.

Lodosçular

Eski İstanbul’da deniz kıyısında dolaşarak lodosla veya diğer fırtınalarla kıyıya vuran eşyaları toplayanlara, sığ yerdeki kumları eleyerek para edecek şeyler arayanlara lodosçu denirdi. Lodosçuluk bir aile mesleğiydi ve lodosçuluk yapan

Ailelerin belli mıntıkaları vardı. Lodosçularr bellerine kadar gelen uzun çizmeler giyerler, yanlarında eleyecekleri kumun inceliğine göre değişen çeşitli elekler taşırlardı. İstanbul halkı arasında lodosçuların denizde ve kumların arasında çok değerli eşyalar bulduklarıyla ilgili çeşitli söylenceler dolaşırdı.

Macuncular

Macuncuları diğer seyyar esnaftan ayıran en önemli özellik, mallarını müzik eşliğinde satmalarıydı. Macuncular, incesaz takımı olarak adlandırılabilecek bir saz grubuyla beraber gezer, tezgâhlarını kurduktan sonra dönemin sevilen şarkılarını saz eşliğinde söyleyerek müşteri toplamaya çalışırlardı.

Marpuççular

Eski İstanbul’da nargile marpucu daha çok Mısır Çarsısı yakınlarındaki Marpuççular Çarşısı’nda imal edilirdi. Renk renk meşinler şeritler halinde kesilir, özel bıçaklarla tıraşlandıktan sonra demir bir çubuk üzerine sarılır, meşinler üzerine sarı ince tellerle desen işlenir,  kuruma işlemi bittikten sonra demir çubuk çıkarılır ve böylece İstanbul’a özgü nargile marpucu yapılmış olurdu.

Tellaklar

Genelde Arnavutlardan oluşan tellaklar, hamam müşterilerinin vücutlarını sabunlayıp yıkamakla görevlilerdi. Tellaklar müşterilerden ayrılmak için beyaz üzerine siyah peştamal giyerlerdi.

17. yüzyılın basından itibaren çıkarılmaya başlanan çeşitli nizamnamelerde tellakların görevleri, yas durumları, müşteriye ne şekilde hizmet etmeleri gerektiği açık şekilde belirtilmiştir. Evliya Çelebi’den aldığımız bilgiye göre 17. Yüzyıl ortalarında İstanbul’da 2.000 tellak vardı. İş kıyafetleri ibrişim peştamaldı ve yanlarında kese, kokulu sabun ve bıçak tası taşırlardı.

İstanbul’un 100 Esnafı kitabı hakkında daha detaylı bilgi için veya kitabı edinmek için bu web adresini ziyaret edebilirsiniz. Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Yazar Emine Cin Ertaş Hakkında

Sinop Üniversitesi İstatistik Bölümü mezunu Emine Cin Ertaş, İstanbul Ticaret Üniversitesi Endüstri Mühendisliği'nde "Geri dönüşüm ekonomisi" üzerine tezli yüksek lisans yaptı. Ocak 2014 ile Ocak 2020 tarihleri arasında Girişim Haber'de Baş Editörlük yaptı. Ertaş, Şubat 2020'den bu yana Beykent Üniversitesi'nde Lojistik Bölümü Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktadır.

Yorum Ekle

Ad Soyad *
E-mail * (Gravatar resminiz görünecek)
Web
KalınYatayAltı ÇiziliAlıntı
  •   Yorum  
  •   Önizle  
Yükleniyor