2018 ve 2019, büyüme hızında düşüş yaşadığımız yıllar. Bu yıllar, bazı sektörler için de yine ciddi şekilde sıkıntılı geçti diyebiliriz. Acaba 2020 yılı ve sonrasında hangi konularda, daha neler olabilir, neler olmalıdır?
Bilgileri saklamak için önce disket kullandık, sonra CD. Ardından USB stick (USB bellek) girdi hayatımıza. Serçe parmak boyutundaki bu aletin ne kadar fazla bilgi saklayabildiğine hayret ettik. Bu “minik dev”lerin gittikçe artan kapasiteleri bizi hayrete düşürmeye devam etti, ediyor.
En nihayetinde “bulut”la tanıştık ve bilgilerin çoğunu burada saklar olduk.
Peki ya bitti mi? Bulut son aşama mı? Görüp görebileceğimiz bu mu?
Tabii ki hayır.
Şu an bilgilerin beynimize yüklenmesi üzerinde çalışılıyor. Bu teknoloji, yakın zamanda uygulamaya alınmış olacak.
Frontiers in Human Neuroscience" adlı dergide yayınlanan çalışma, bu konuda beklenen sonuçların alınmaya başlandığını gösteriyor. Eğer beyin yedekleme gerçekleşirse önümüzdeki on yıl içinde okul, eğitim ve öğretim kavramlarının tekrar gözden geçirilmesini tavsiye ediyorum. Çünkü okula ihtiyaç kalmayacağı gibi eğitim ve öğretim kavramları da bambaşka bir evreye geçmiş olacak. İstediğimiz bilgileri, istediğimiz zaman diliminde web üzerinden alabildiğimizi düşünsenize… Ne müthiş!
Bu gelişmeler bir kenarda dursun.
Biz ülkemize dönelim.
2018 ve 2019, büyüme hızında düşüş yaşadığımız yıllar. Bu yıllar, bazı sektörler için de yine ciddi şekilde sıkıntılı geçti diyebiliriz.
Acaba 2020 yılı ve sonrasında hangi konularda, daha neler olabilir, neler olmalıdır?
İşte 2020 Sonrası Türbülansları:
- Fason üretim mantığı, yerli otomobil süreciyle birlikte tarihin derinliklerine gönderilmelidir ve 2020 bunu yapmak için milat olabilir. Beşeri sermayemizin kalitesini başkalarına ucuz iş gücü olarak plase etmek, dünya liginde bizi dördüncü kümeye düşürdü ve belli ki düşürmeye devam edecek.
- Görünen o ki online ticaret, klasik satış kurgusunu yerle bir etmeye ant içmiş. Mavi çarşambalar, yeşil perşembeler… Envai çeşit numaralarla mağazacılık ve dükkâncılık, tarih olma riskiyle karşı karşıya. Kısaca 2020 yine, dükkânlar ile AVM’lerin ayakta kalma mücadelesiyle geçecek. Hasta komada ama biz yine palyatif tedbirlerle, pansuman çözümlerle çareler arıyoruz.
- İşsizliğin ekonomik parametrelerle ilgili olmadığını birilerinin kafamıza iyice sokması gerekiyor. Evet, işsizlik var çünkü işlerin yapısı, bambaşka niteliğin, bilginin var olmasını gerektiriyor. Bu gidişle milyonlarca insanın boşta gezdiği ve işsizlere hiçbir şekilde iş bulunamayan bir ortama doğru sürükleniyoruz.
- Gazetelerin hayatımızdan çıkış hızının daha da artması kaçınılmaz. Nasıl ki tuşlu telefonlar göz göre göre yok olduysa göz bebeği gazetelerimiz de değişimi göremedikleri için yok olma riskiyle karşı karşıya. 2020, bu minvalde, bir kırılma yılı olacağa benziyor.
- Televizyonun (ve de dizilerin) kan kaybetmeye devam etmesi makûs talih çünkü sektör, yeni nesil televizyonculuğu üretemedi; yani bir sonraki evrenin ne olduğunu kavrayamadı, kavrayamıyor ve bu bakış perspektifi devam ettikçe de kavrayamayacak. Netflix neden bu kadar büyüdü? Sorusu, bize cevabın nerede gizli olduğunu da açıklıyor aslında.
- 2020 ve sonrasında inşaat sektörü yine cazibe merkezi hâline gelecekse Türkiye hiçbir şeyden ders almıyor demektir.
- Günümüzde üniversite eğitimi almayan yok ama faydasını gören de yok... Fayda-maliyet makası gittikçe açılıyor. İlerlemiş ülkelerin bu işi nasıl çözdüğünü de ya anlamak isteyen yok ya da mevcut gidişat birilerini memnun ediyor.
- Ülke olarak “Orta Gelir Tuzağı”na (OGT) takılmış gözüküyoruz. OGT, ekonominin belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra bir üst gelir grubuna geçememesi ve/veya kişi başına düşen gelirin belirli bir eşiği aşamayarak uzun yıllar o eşikte kalması, olarak tanımlanmaktadır. Ama bence asıl konuşulması gereken “Orta Gelir Tuzağı” değil, “Yüksek Gider Tuzağı”. Özellikle son yıllarda ülkemiz, kazanmadığını harcayan insanlar ülkesi olmuş durumda. Kişi başına gelir düzeyi bizi beşe, ona katlayan ülkeleri bile araştırsanız bizim kadar keyfine, konforuna para harcayan bir toplum bulamazsınız. Alıştırıldık, hem de fena şekilde. Yine araştırın, son yıllarda en fazla açılan işletmeler hizmet sektöründen; ya kafe, ya kebapçı ya lokmacı.
- Yeni nesil ile önceki nesillerin dünyasının ne kadar farkı olduğunu dile getirmeye gerek yok ama bu farkın nelere yol açtığı üzerinde durulmalı. Birbirini anlamayan nesiller arası geçiş, ülke insanları olarak ortak bir vizyonda buluşmamızı engelliyor.
Keza yeni nesil tarafından hiçbir şekilde anlaşılamayan konuşmalar yapan mevcut siyasetçi profilinin on yıl içinde dışlanacağı, ilişki bile kurma konusunda reddedileceği bir süreci yaşayıp göreceğiz.
- İnsanlar yönetim süreçlerine dâhil olmak istiyor; dijital dünyanın imkânları, böyle bir ortamı yaratmaya müsait. Artan katılımın yaratacağı politik ortam, yeni nesil idarecileri ortaya çıkarmada gecikmeyecek.
- Ar-Ge merkezlerinin sayısı gittikçe artarken, inovasyon kültürü zenginleşme yolunda mesafe kat ederken sorun şu ki patent sayısında hâlâ dünyayı en geriden takip eden ülkelerden biriyiz. Patent kalitesinde de yine durum çok farklı değil: Dünya çapında dikkat çekecek patenler üretemiyoruz. Sebebi ise bu işe gereken enerji ile finansal katkıyı sağlamamamız. Her konuda olduğu gibi “yapıyor görünmek”, bu konuda da geçerli akçe gibi. “Bu işlere büyük bedeller ödeyen, anormal Ar-Ge ve inovasyon yatırımları yapan dünya ile nasıl rekabet edebiliriz?” sorusunun cevabını verebilecek olan varsa beri gelsin.
Hülasa,
En başta çizdiğimiz resmin içine ülke olarak ne kadar girip giremediğimizi göreceğiz. Fazla zaman kalmadığını söylemeye pek gerek duymuyorum.
2020 yılında bu fosilleşen zihin kalıplarını kırmamız dileğiyle…