“Eğitim sistemi insanlar gibi davranan makineler ve makineler gibi davranan insanlar üretir” demiş bir bilge. İş dünyasındaki bütün işleri neredeyse bilgisayarlara bırakmak üzereyiz. Peki, çalışanlara yapacak ne iş kalacak?
Sanayi dönemi eğitim anlayışında öğrenci (hammadde) toplayıp, okullarda (fabrika) eğitmek (işlemek) o çağın kurnazca tezgâhladığı bir düşünceydi. Keza hala etkilerinin sürdüğünü de belirtelim. Eğitim sistemi aynı şekilde fabrikasyon mantığı ile çalışmaya devam ediyor.
Tarım toplumuna bundan 10.000 yıl önce geçtik. Sanayi toplumuna ise 200 ile 300 yıl önce. Bilgi toplumuna geçeli sadece otuz yıl oldu. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki bundan sonraki çağ için ise o kadar fazla beklemeye gerek kalmayacak.
1870 de Alexander Bell sesi elektronik olarak aktarabilecek ilk aletler üzerinde çalışmaya başlamıştı. 1880 gelindiğinde Amerika da 48000 telefon vardı. Ve 1924 yıkında 15 milyondan fazla.
İlk bilgisayar ise 1930’lar da ve 1940’lar da tasarlanmıştı. Mucidi genellikle Alman Konrad Zuse olarak gösterilir. Bizim fikrimize uyan ilk bilgisayar EDSAC 1949 da Cambridge Üniversitesinde tasarlanıp yapıldı. Daha düne kadar bilgisayarların bütün işyeri ve evlere gireceği fikrine hayal gözüyle bakılıyordu.
Dolayısıyla bilgisayarların hâkim olduğu bir dünyaya doğru gidiyoruz. Aslında biz mi bilgisayarları yoksa bilgisayarlar mı bizi kullanıyor, orası belli değil.
Bize düşen bundan sonraki çağın karakterini çözmek ve bu karaktere uygun argümanlar üretmektir. Önümüzdeki dönemde öncelikle “yeni bilgi”nin güç olarak ciddi bir yükselişinden bahsedilmektedir.
Yeni bilgi ağlarında iletişim, yanlamasına ve çapraz hareket edebilmekte ve alt üst düzeylere sıçrayabilmekte.
Yönetimsel olarak ise dikey hiyerarşi yerini yatay anlayışlara doğru bırakmaya başlamaktadır. Artık birçok firmada rütbeye ve mevkie bakılmıyor.
Yarının çalışanı, emre itaat eden değil, kritik kararlar alabilen, yeni çevrelerle başa çıkan, yeni ilişkileri anında saptayan kişi olacak.
Yine bir düşünür “kaslardan, akla dayalı bir servet yaratma sistemidir şu an olan. Bundan sonra ise akıldan sezgilere doğru geçilmektedir” şekilde bir yaklaşımda bulunuyor.
Yine aynı düşünür; geleceğin bir olasılıklar, yönler, olaylar, kıvrımlar, ilerlemeler ve sürprizler toplamı olduğunu ve geleceğin resimli yapbozunda bütün parçalar yerlerine yerleşeceğini söylüyor.
İş dünyasında yeni kahraman yönetici veya lider değildir artık. Büyük bir organizasyonun içinde bulunabilecek ve “bir yenilik” yaratan kişi olacaktır. Bu kişi aynı zamanda konsept projeler geliştirebilen ve sezgilerini isabetli şekilde sürece uyarlayabilendir. Hayal gücünü ve zengin bilgilerini eylemle birleştirebilenler iş dünyasında parmakla gösterilecektir.
Bilginin gücüyle ilgili olarak tarihçiler “akıl karıştırıcı bir altın madeni yaratıyoruz” ifadesini kullanmaktadır. Bu büyük bilginin yorumlanması ve yönlendirilmesi ise ayrı bir zorluk olarak karşımıza durmaktadır. Bilginin güvenliği meselesi ise apayrı bir sorun olarak çözümünü bekliyor.
Bundan sonraki çağın hayal çağına sürüklendiği noktasında yorumlar yapılmaktadır. Sıradan işleri bilgisayarlar yapacak ve insana yaratıcılık ve sezgi gücünü kullanmak düşecektir.
Geleneksel disiplinler küçük küçük parçalara ayrılırken bilgilerin sentezlenmesi artık söz konusu olabilecektir.
Buradan bizlere yeni yeni işler ortaya çıkmaktadır; yapay zekâ, bilişsel teoriler, nöro biyoloji ve bilginin mimarisi gibi daha birçok yeni alan açılmaktadır.
Bu ekstra sistemler zamanla iş dünyasının ötesine geçecek ve derin sosyal, siyasal hatta felsefi sonuçlara yol açacaktır. Daha şimdiden koca -koca sektörlerin güç ilişkilerini etkilemeye başlamıştır, bile.
İş dünyasında mantıklı düşünen insanların değil hayal gücünü yüksek derecede kullanan insanların çıkışından bahsedebiliriz. İngiliz edebiyatçının dediği gibi; “mantıklı insan kendini çevresini saran şartlara uyarlar. Mantıksız insan etrafındaki şartları kendine uyarlamaya çalışır. Bütün ilerleme mantıksız insana bağlıdır.